Yeni bir şeyler yazmanın heyecanı hayatın hiçbir karesinde yoktur.
Belki bir tiyatro oyunu yazıyorsunuzdur. Dış ses ne diyecek, kim ne zaman girecek sahneye? O sahneye girerken ne giyecekler? veya bir şey giyecekler mi? Çatışmanın adı ve biçimi ne olacak? Nerede olacağız? Bunların hepsini yaratırken tanrının dünyayı yaratırken ki heyecanını anlayabiliyorsunuz. Bu nedenledir ki sanatçılar tanrıyı en iyi anlayan insanlardır, özellikle drama sanatlarını sahneleyenler.
Sahne yönetmeleri tanrının işlerini nasıl yaptığını biraz daha iyi anlayabiliyor olmalı, sahneleyen oyuncular ise dünyadaki rolleri konusuna daha iyi yanıt verebiliyor olmalılar.
Her şeyin ötesinde insanız ya? Her şeyin başında insan olduğumuz gibi... Anladığımızın bir sınırı olması, öfkemi sınırların ötesine taşıyor aslında. Anlamak için daha fazla, öfkemi dindirmek için çok daha fazla yazmışımdır ben...
Yeni bir şeyler başlamanın heyecanı, eski bir şeyi bitirmenin tadıyla lekelenir hep... Fakat hayat bu konuda anlayışlı. Yazarken birini bitirdiğinizde asla üzülmezsiniz. Hayatımı yazmaya başlayacağım sevgili okur. Böylece geçmişin acısıyla sigaranın ağzımda bıraktığı o çamur tatla devam etmeyeceğim yeni bir şeylere başlamaya...
Gelişmeleri sizlerle paylaşacağım...
Şimdilik aklımda kalanlar bunlar.
İdareten var oluşlar
Akılda Kalanlar
Geçici Olarak Hoşgeldiniz
...biliyorum ki sende gideceksin biliyorum. Gidenlerin hep geri gelmesi için bir şeyler yapmak gerekiyor. Bende bir şeyler yapıyorum geri gel, diye... Yazıyorum. Gidecek olursan Akılda Kalacak olan tek şey kelimelerim, daha fazlasını isteme benden, her şeyim kelimelerim...
12 Şubat 2012 Pazar
11 Şubat 2012 Cumartesi
Sirküle Espiri Silsilesi
Tanrının espiri anlayışı mükemmel!
Hiç ummadığınızı umduğunuz zaman bu sirküle espiri silsilesinden kaçıp kurtulabiliyorsunuz. Tabi ummadığınızı umduğunuz vakit o da umduğunuz oluyor. Yani bunu yapması söylemesi kadar kolay değil. Buna emin olabilirsiniz.
Neil Gaiman adlı çok sevdiğim bir yazar var. Bir çizgi romanda(adı Sandman, kaçıncı kitabı olduğunu anımsamıyorum) 7 Sonsuzdan birisi olan Hezeyan'ın bir diyaloğu vardır. Tabi buraya yazdığım haliyle monolog olacak, o detayı kaçırmadan okumaya devam! Bir kağıt parçası aramaktadır ve *puf* efektiyle kaybolup aynı efektle gelip der ki: "aklıma en son gelecek yere koyduğumu tahmin ettiğimden ilk başta oraya baktım ve buldummm!!!".
Aklımızı nereye bıraktığımıza bir dönüp bakmamız gerekiyor, sanki. Tanrının yaptığı en büyük şaka bence burada. Yani bizlere diyor ki aklını kullan. Ama bize aklımızı bıraktığımız yeri hiçbir zaman söylemiyor!
Aklımızı nerede bulacağız sayın okur? Her şeyin daha manidar olmasını sağlayacak yeteneğimizi kaybettiğimiz zaman ne zamandı? Aklımızı başımızdan kim ne zaman aldı? Sorarım size?! Bunların yanıtlarını teker, teker yanıtlamadığımız sürece ne birimiz bir diğerimizi anlayacak, ne de birimiz diğerinin değişmesine katkı sağlayabilecek!
Ahh işte sevgili okur haller biraz da böyle işte... Aldırmayın siz bana dersem bile bu dediğime de aldırmayıp yazdıklarımı okumaya devam edin...
Kendinize dikkat edin.
İdareten varoluşlar dilerim sevgili okur...
Hiç ummadığınızı umduğunuz zaman bu sirküle espiri silsilesinden kaçıp kurtulabiliyorsunuz. Tabi ummadığınızı umduğunuz vakit o da umduğunuz oluyor. Yani bunu yapması söylemesi kadar kolay değil. Buna emin olabilirsiniz.
Neil Gaiman adlı çok sevdiğim bir yazar var. Bir çizgi romanda(adı Sandman, kaçıncı kitabı olduğunu anımsamıyorum) 7 Sonsuzdan birisi olan Hezeyan'ın bir diyaloğu vardır. Tabi buraya yazdığım haliyle monolog olacak, o detayı kaçırmadan okumaya devam! Bir kağıt parçası aramaktadır ve *puf* efektiyle kaybolup aynı efektle gelip der ki: "aklıma en son gelecek yere koyduğumu tahmin ettiğimden ilk başta oraya baktım ve buldummm!!!".
Aklımızı nereye bıraktığımıza bir dönüp bakmamız gerekiyor, sanki. Tanrının yaptığı en büyük şaka bence burada. Yani bizlere diyor ki aklını kullan. Ama bize aklımızı bıraktığımız yeri hiçbir zaman söylemiyor!
Aklımızı nerede bulacağız sayın okur? Her şeyin daha manidar olmasını sağlayacak yeteneğimizi kaybettiğimiz zaman ne zamandı? Aklımızı başımızdan kim ne zaman aldı? Sorarım size?! Bunların yanıtlarını teker, teker yanıtlamadığımız sürece ne birimiz bir diğerimizi anlayacak, ne de birimiz diğerinin değişmesine katkı sağlayabilecek!
Ahh işte sevgili okur haller biraz da böyle işte... Aldırmayın siz bana dersem bile bu dediğime de aldırmayıp yazdıklarımı okumaya devam edin...
Kendinize dikkat edin.
İdareten varoluşlar dilerim sevgili okur...
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Karanlık Odam
Karanlık odamı özlüyorum... Yalnızca bilgisayarımın ışığı vardı, lakin ben yalnızca yıldızların ve ayın tam tepemde patlamasını isterdim.
Kendimi bildim bileli yıldızlara aşığımdır. Kentin aydınlığı dediğimiz şey, göğün karanlık olmasına neden oluyor. Sanayileşmeye en çok küfür ettiğim anlardan birisidir gökte yıldızları görmekte zorlandığım haftaiçleri...
Evrenin genişlediği kuramını bilmeden önce evrenin genişlediğini kendi çapımda formüle ihtiyaç kalmayacak bir biçimde bulmuştum! O derece iddialıydım anlayacağınız. Birilerinin benden önce bulması ise sinirimi bozmuştu... Olsun o zaman ki öğrendiklerim sayesinde sizlere hala gökyüzünde Mars'ı gösterebilirim. Gökyüzünde kızıl bir fener gibi görünür. Kutup Yıldızı'ndan daha samimi gelir. Kutup Yıldızı her zaman oradadır. Can sıkıcı bir biçimde "herkes bana baksın" der, ama Mars... O arada saklanır, bunalır görünmekten... İçtendir kısacası.
Karanlık odama 20'lik rakımla kaçışlarımı hatırlarım(tek başıma asla 70liği bitiremeyenlerdenim). O zaman açardım, müziği. Koray Candemir- Aşk... Unutulmaz birisi için çaldığım unutulmaz bir şarkı...
Karanlık odalarda yaşadım hep. Kendimi saklamak için mi bilmem... Kendimi saklayacak kadar önemli mi gördüm kendimi onu da bilmiyorum... Düşününce en iyi bildiğim şey: bilememek.
Karanlık odalarımda kaç gece ölmek istedim. Kendi ellerimle kendimi bir üzüm gibi asmak, kendi ayaklarımla 13. kattan aşağıya bedenimi rüzgara savurmak... Bunlar intihar düşünceleri değil, bunlar onurlu ölüm biçimleri düşünceler. Hep istemişimdir havada rüzgarın bedenimi sarmalaması... Bu yazıları yazdığımdan anlarsın zaten dostum, hala yapmadım. Rüzgara ve göğe hala hasretim...
Benim gibi rüzgarların mekanı olan göğe aşık biri için acı son var: Cehennem... Dünyada pek iyi bir şeyler yapmadım, yapmak hep hayalim oldu. En iyi özelliğim affetmekti, unutmaktı. Çıldırmama neden hep düşünmem, durmaksızın düşünmemdi... Çıldırdım. Ne de olsa akıllı olup dünyanın çilesine çekmektense deli olup tüm dünyaya çile çektirmek daha makul geliyordu. Oradan da sıkıldım, aklı başında birisi olduğum yine söylenemez. Çünkü bilinçli olarak burada tanımadığım sizlere kendimden bahsediyorum.
Sayın okur sana iyi akşamlar dilerim. Ben gidip Cehennem'e kadar olan yolumu yazacağım... Akılda Kalanlar'dan bu akşamlık bu kadar...
Sizin yeriniz Cennet mi olur bilemem ama benimkinden daha iyi bir yer olur umarım.
İdareten varoluşlar dilerim...
Kendimi bildim bileli yıldızlara aşığımdır. Kentin aydınlığı dediğimiz şey, göğün karanlık olmasına neden oluyor. Sanayileşmeye en çok küfür ettiğim anlardan birisidir gökte yıldızları görmekte zorlandığım haftaiçleri...
Evrenin genişlediği kuramını bilmeden önce evrenin genişlediğini kendi çapımda formüle ihtiyaç kalmayacak bir biçimde bulmuştum! O derece iddialıydım anlayacağınız. Birilerinin benden önce bulması ise sinirimi bozmuştu... Olsun o zaman ki öğrendiklerim sayesinde sizlere hala gökyüzünde Mars'ı gösterebilirim. Gökyüzünde kızıl bir fener gibi görünür. Kutup Yıldızı'ndan daha samimi gelir. Kutup Yıldızı her zaman oradadır. Can sıkıcı bir biçimde "herkes bana baksın" der, ama Mars... O arada saklanır, bunalır görünmekten... İçtendir kısacası.
Karanlık odama 20'lik rakımla kaçışlarımı hatırlarım(tek başıma asla 70liği bitiremeyenlerdenim). O zaman açardım, müziği. Koray Candemir- Aşk... Unutulmaz birisi için çaldığım unutulmaz bir şarkı...
Karanlık odalarda yaşadım hep. Kendimi saklamak için mi bilmem... Kendimi saklayacak kadar önemli mi gördüm kendimi onu da bilmiyorum... Düşününce en iyi bildiğim şey: bilememek.
Karanlık odalarımda kaç gece ölmek istedim. Kendi ellerimle kendimi bir üzüm gibi asmak, kendi ayaklarımla 13. kattan aşağıya bedenimi rüzgara savurmak... Bunlar intihar düşünceleri değil, bunlar onurlu ölüm biçimleri düşünceler. Hep istemişimdir havada rüzgarın bedenimi sarmalaması... Bu yazıları yazdığımdan anlarsın zaten dostum, hala yapmadım. Rüzgara ve göğe hala hasretim...
Benim gibi rüzgarların mekanı olan göğe aşık biri için acı son var: Cehennem... Dünyada pek iyi bir şeyler yapmadım, yapmak hep hayalim oldu. En iyi özelliğim affetmekti, unutmaktı. Çıldırmama neden hep düşünmem, durmaksızın düşünmemdi... Çıldırdım. Ne de olsa akıllı olup dünyanın çilesine çekmektense deli olup tüm dünyaya çile çektirmek daha makul geliyordu. Oradan da sıkıldım, aklı başında birisi olduğum yine söylenemez. Çünkü bilinçli olarak burada tanımadığım sizlere kendimden bahsediyorum.
Sayın okur sana iyi akşamlar dilerim. Ben gidip Cehennem'e kadar olan yolumu yazacağım... Akılda Kalanlar'dan bu akşamlık bu kadar...
Sizin yeriniz Cennet mi olur bilemem ama benimkinden daha iyi bir yer olur umarım.
İdareten varoluşlar dilerim...
11 Ağustos 2011 Perşembe
Yenilik İyi Bir Şeydir
Hiç bir şeylerin sizi içten içe kemirdiğini, size değişmeniz gerektiğini, hayatta kalamayacak duruma düşüceğinizi söylediği oldu mu? Bana olmuştu... O kadar rezalet bir his daha tanımlamakta sıkıntı çekerim ve hatta bulamam.
Zamandır esasen bunun temel nedeni. Her şeye ilaç olacağını düşünmek... Ah ne büyük hata. Zamanın her şeye ilaç olacağını düşünen kişiler hep dışarıdan bir şeyler bekleyenler bence. Dünyanın en güzel yer olduğunu ve bir gün çektiklerinin son bulup dünyanın ona harika şeyler vereceğini umarak geçirir hayatını ve hata eder insan.
...sonra o kara gün gelir. Oda soğuklaşır, nefesinin havada buhar buhar çizilmesini seyrettiğin dakika...
Kalbinin artık birisi içini geçtim, kendisi için bile atacak halinin kalmadığını hissettiğin dakika...
Ellerinden bardağının kayıp düştüğü ve onu tutmak için bedeninin hiçbir kısmının harekete geçmediği o dakika...
O dakikalarda anlarsın ki hayatını bir şeyleri bekleyerek boşuna harcamışsın. Böyle olmayı istemediğini düşünürsün bedenini bıraktığının binaya çatısından bakarken. Dünyada bile sormadığın bir soruyu sorarsın belki:
...ben niye buradayım?
Dünyada neden olduğunu yadırgamadan yaşayan insanın yanlış zamanlı sorduğu bir soru. Zamansızdır her ölüm orası açık, fakat; bir gün öleceğini bilmek, bir gün öleceğini kabul etmek değil ki? Dünya, bunu kabullenebilmiş olsaydı kahramanlar olmazdı veya "kötü adamlar"... Önemsizdir aslında kötü adamlık ve kahramanlık. Yine de dünyayı bir gün bırakacağız diye laçkalaşmanın da anlamı yok hani?
Kendi kuşağımda bunu görüyorum, önümüzdeki 9-10 sene umarım böyle geçmez, yani onların bu haliyle. Hayatta fark edecekleri zorakilik iş, eş, aş olmaz umarım.
Değişmek zamanı gelmedi mi sizce de dostlarım? Ne bileyim? Bir gün öldüğümüzde bunun bir anlamı olduğunu düşünmek sizleri mutlu etmez miydi? Bir çokları gibi boşuna boş bir hayat yaşamış olmak? Çektiğiniz çilenin değeri bu mu?
Oturup bu yazıyı okumanın bir anlamı yok mu yani? Yalnızca "ben okuyorum" demekse amacın, güle güle... ama ben anlamak istiyorum diyorsan hoşgeldin. Amaç beni anlamak değil, dünyada olanları anlamak. Diğerleri neden var bunu görmek...Sende gidecek bile olsan, ben burada sana bir şeyler yazıyor olacağım sevgili dostum.
Ben kendim için bir yenilik yaptım, sayfanın tasarımını değiştirdim(küçük ama etkili ;) ). Bol bol yazı yazmaya başladım, rahatlamak ve birilerine bir mesaj verebilmek için... Bazen size ne kadar eşsiz olduğunuzu anlatmak için, bazense ne kadar sıradan olabileceğimizi anlatmak için.
Bu yazı Akılda Kalan bir şey değil, akılda kalmasını istemediğim bir yazı... Bu yazı Fuzuli Praxis'ten size kalan.
Var oluşunuz idareli olsun...
Zamandır esasen bunun temel nedeni. Her şeye ilaç olacağını düşünmek... Ah ne büyük hata. Zamanın her şeye ilaç olacağını düşünen kişiler hep dışarıdan bir şeyler bekleyenler bence. Dünyanın en güzel yer olduğunu ve bir gün çektiklerinin son bulup dünyanın ona harika şeyler vereceğini umarak geçirir hayatını ve hata eder insan.
...sonra o kara gün gelir. Oda soğuklaşır, nefesinin havada buhar buhar çizilmesini seyrettiğin dakika...
Kalbinin artık birisi içini geçtim, kendisi için bile atacak halinin kalmadığını hissettiğin dakika...
Ellerinden bardağının kayıp düştüğü ve onu tutmak için bedeninin hiçbir kısmının harekete geçmediği o dakika...
O dakikalarda anlarsın ki hayatını bir şeyleri bekleyerek boşuna harcamışsın. Böyle olmayı istemediğini düşünürsün bedenini bıraktığının binaya çatısından bakarken. Dünyada bile sormadığın bir soruyu sorarsın belki:
...ben niye buradayım?
Dünyada neden olduğunu yadırgamadan yaşayan insanın yanlış zamanlı sorduğu bir soru. Zamansızdır her ölüm orası açık, fakat; bir gün öleceğini bilmek, bir gün öleceğini kabul etmek değil ki? Dünya, bunu kabullenebilmiş olsaydı kahramanlar olmazdı veya "kötü adamlar"... Önemsizdir aslında kötü adamlık ve kahramanlık. Yine de dünyayı bir gün bırakacağız diye laçkalaşmanın da anlamı yok hani?
Kendi kuşağımda bunu görüyorum, önümüzdeki 9-10 sene umarım böyle geçmez, yani onların bu haliyle. Hayatta fark edecekleri zorakilik iş, eş, aş olmaz umarım.
Değişmek zamanı gelmedi mi sizce de dostlarım? Ne bileyim? Bir gün öldüğümüzde bunun bir anlamı olduğunu düşünmek sizleri mutlu etmez miydi? Bir çokları gibi boşuna boş bir hayat yaşamış olmak? Çektiğiniz çilenin değeri bu mu?
Oturup bu yazıyı okumanın bir anlamı yok mu yani? Yalnızca "ben okuyorum" demekse amacın, güle güle... ama ben anlamak istiyorum diyorsan hoşgeldin. Amaç beni anlamak değil, dünyada olanları anlamak. Diğerleri neden var bunu görmek...Sende gidecek bile olsan, ben burada sana bir şeyler yazıyor olacağım sevgili dostum.
Ben kendim için bir yenilik yaptım, sayfanın tasarımını değiştirdim(küçük ama etkili ;) ). Bol bol yazı yazmaya başladım, rahatlamak ve birilerine bir mesaj verebilmek için... Bazen size ne kadar eşsiz olduğunuzu anlatmak için, bazense ne kadar sıradan olabileceğimizi anlatmak için.
Bu yazı Akılda Kalan bir şey değil, akılda kalmasını istemediğim bir yazı... Bu yazı Fuzuli Praxis'ten size kalan.
Var oluşunuz idareli olsun...
İş Bulupta Yapılacak İş Bulamama
İş yerindeki küçük odamda sekreter sandalyesi dediğimiz, sekreterler dışında herkeste bulunan, koltuğumda oturmuşum. Sol yanımda bir su şişesi. Masamda bilgisayar ve kız arkadaşımın iletisinin gelmesiyle heyecanla yerinde kıpırdanacak olan cep telefonum duruyor. Karşımda bilgisayar... 1 tane 1,5 lt'lik 1 tane de 0,5 lt'lik su şişesi ve bir de kola için kullandığım kulpu kırık bardağım...
Bir sıkıntıdır ki sormayın... Her gencin en zorlu iş bulma dönemini okul dönemim içerisinde bir kaç günde hallettim, fakat; şu an yapacak iş bulamıyorum resmen. Hani işin %80'i falan tamam, %20'sini kendime iş içinde iş arayarak geçiriyorum... Bu saçma! Bu çok saçma abi... Priapos'lar peşimden koşuyor gibi hissediyorum...
Yani ne bileyim, çok kitap okuyan fakat az roman okuyan birisiyim ve uzun zamandan sonra ilk kez beni saran bir roman buldum fakat o gereksiz Protestan Çalışma Etiği'nden dolayı kendime iş çıkarmaya uğraşıyorum! Tembellik hakkımı kullanmak ve eve gidip yaymak güzel bir seçenek aslında benim için veya ne bileyim, çıkıp bir kafede çay içerken kitabımı okumak, yeni kitap bakmak...
Ha aklıma gelmişken Cehennem'i okuyun arkadaşlar. Kitabı okumadan önce Cehennem'in ateşlerle insanları sonsuz kadar yaktığını falan düşünüyorsunuz ama okuduktan sonra o kadar incelikli işkenceler olduğunu görüyorsunuz ki... "Cehennem bu olmalı" dedirtiyor...
Ben gidip biraz daha aranayım yapılabilecek bir iş var mı diye. Belki iş konularıma ilişkin bir kaç okunacak kaynak bulurum, onu iş edinirim.
Sonra görüşürüz hayatın her köşesini farklı yerlerden röntgenlediğim dostum.
İdareten var oluşlar...
(XOXOXO diyesim geldi nerden bilmem Gossip Girl aklıma geldi, affola :S )
Bir sıkıntıdır ki sormayın... Her gencin en zorlu iş bulma dönemini okul dönemim içerisinde bir kaç günde hallettim, fakat; şu an yapacak iş bulamıyorum resmen. Hani işin %80'i falan tamam, %20'sini kendime iş içinde iş arayarak geçiriyorum... Bu saçma! Bu çok saçma abi... Priapos'lar peşimden koşuyor gibi hissediyorum...
Yani ne bileyim, çok kitap okuyan fakat az roman okuyan birisiyim ve uzun zamandan sonra ilk kez beni saran bir roman buldum fakat o gereksiz Protestan Çalışma Etiği'nden dolayı kendime iş çıkarmaya uğraşıyorum! Tembellik hakkımı kullanmak ve eve gidip yaymak güzel bir seçenek aslında benim için veya ne bileyim, çıkıp bir kafede çay içerken kitabımı okumak, yeni kitap bakmak...
Ha aklıma gelmişken Cehennem'i okuyun arkadaşlar. Kitabı okumadan önce Cehennem'in ateşlerle insanları sonsuz kadar yaktığını falan düşünüyorsunuz ama okuduktan sonra o kadar incelikli işkenceler olduğunu görüyorsunuz ki... "Cehennem bu olmalı" dedirtiyor...
Ben gidip biraz daha aranayım yapılabilecek bir iş var mı diye. Belki iş konularıma ilişkin bir kaç okunacak kaynak bulurum, onu iş edinirim.
Sonra görüşürüz hayatın her köşesini farklı yerlerden röntgenlediğim dostum.
İdareten var oluşlar...
(XOXOXO diyesim geldi nerden bilmem Gossip Girl aklıma geldi, affola :S )
8 Ağustos 2011 Pazartesi
Ego Patlamaları
İnsan düşünen bir varlık değil mi? Düşünen her varlığın insan olduğu doğru bir önerme olsa da her insanın düşündüğünü söylemek sağlam bir "oturak" ister. Bende o "oturak" yok arkadaşım! Bugün yolda işe giderken bir kedi görmem bu ego patlaması karın ağrısını düşündürdü.
Yadırgadığım bir şeydir, duvara paralel bir vaziyette popo dışarı çıkmak suretiyle aynanın önündeki iki kızın yaklaşıp dudakları büzerek çektikleri fotoğraflar. Ayar olurum kısacası. Bu "ilgilenin benle" demektir, aynada yansıyanla beraber 4 kişi olunca, "çok kişilikliyim" ben demek de olabiliyor. Yani bir nevi şizofrenler bu arkadaşlar.
Ha, dipnot: evet bunları yazabilecek kadar egom var, sayın okur...
Bu insanların düşünmediğini söyleyemem, yani bir şeyler düşünüyorlar...ama... ne bileyim... yani... sen-ben gibi düşünmüyorlar onlar? Öyle değil mi? Yani benim öyle bir fotoğrafım yok? Aynaya vantuzlu çöpçü balığı gibi yapıştığımı da hatırlamıyorum. Senin de yok? O halde normaliz...
Konu buraya kadar insanlar üzerinden ilerledi ama varmak istediğim yer hayvanlarla ilgili. Bir kedi gördüm, bir ara o manzara aklımda kalırsa çizip blog'a atarım tam olarak neyi kastettiğimi anlarsınız. Kedi kaldırımdan uzanmış, ayna gibi yüzeyi olan bir Alpha-Romeo'nun kaputundaki kendi yansımasına pati atıyor, uzaklık açısından bunun adı teorik olarak "telepati"(yanlış mı biliyorum? hataylıysan ara o zaman)... Kedi o yüzeydeki yansımayla saatlerce uğraştı, diye tahmin ediyorum. Size birilerini anımsattı mı? Okuyan erkekler kartoroz sesleriyle "KADDIIINNLAAAR" diye bağırıyor olabilir ama ben "İNSAAANNLAAAR" diyerek sizi yanıltmak isterim... Hepimiz aynanın karşısında o kedi gibi debeleniyoruz, tek farkımız 4 ayağımız üzerinde değilde 4 teker üzerinde gitmemiz mi? Bizim işimize yaramasından çok dünyaya ve kendimize zarar vermemize neden olan "icat"larımız mı?
Düşünüyorum Einstein atom bombasını buluyor. Atom bombasını atan intihar ediyor, Einstein tarihin en büyük fizikçisi oluyor. Einstein'ın dil çıkaran resminden daha sevimli geliyor şapşal şapşal bana bakan o kedi...
İçimizde keşke birazcık hayvanlık kalmış olsaydı da dünyaya biraz daha saygı duyabilseydik, ama insan olmayı o kadar abartıyoruz ki evrenin tek sahibiymişiz gibi davranmayı bize hak diye veren metinleri seviyoruz.
Daha dünya dışına bile çıkamamışken...
İnsan olmaktan çoğu zaman utanıyorum, bir kedi gibi saf, bir leopar gibi pür, bir fil kadar büyük, bir balina kadar korkusuz, bir ornitoreng kadar garip, bir kunduz kadar mühendis, bir karga kadar kurnaz, bir kurt gibi takım, bir ayı kadar yalnız olmak... İnsan olmak böyle şeylerden geçiyor. İnsan olmak hayvanlığı tanımaktan geçiyor...
Şişmemeliyiz yani dostum. "Sen şişersen, herkes patlar!"
Akşam üzeri porsiyonu da böyleydi...
Bugünlük galiba benden bu kadar, aksi bir durum olursa sana haber veririm ;)
İdareten varoluşlar kardeşim, vaya con dios...
Yadırgadığım bir şeydir, duvara paralel bir vaziyette popo dışarı çıkmak suretiyle aynanın önündeki iki kızın yaklaşıp dudakları büzerek çektikleri fotoğraflar. Ayar olurum kısacası. Bu "ilgilenin benle" demektir, aynada yansıyanla beraber 4 kişi olunca, "çok kişilikliyim" ben demek de olabiliyor. Yani bir nevi şizofrenler bu arkadaşlar.
Ha, dipnot: evet bunları yazabilecek kadar egom var, sayın okur...
Bu insanların düşünmediğini söyleyemem, yani bir şeyler düşünüyorlar...ama... ne bileyim... yani... sen-ben gibi düşünmüyorlar onlar? Öyle değil mi? Yani benim öyle bir fotoğrafım yok? Aynaya vantuzlu çöpçü balığı gibi yapıştığımı da hatırlamıyorum. Senin de yok? O halde normaliz...
Konu buraya kadar insanlar üzerinden ilerledi ama varmak istediğim yer hayvanlarla ilgili. Bir kedi gördüm, bir ara o manzara aklımda kalırsa çizip blog'a atarım tam olarak neyi kastettiğimi anlarsınız. Kedi kaldırımdan uzanmış, ayna gibi yüzeyi olan bir Alpha-Romeo'nun kaputundaki kendi yansımasına pati atıyor, uzaklık açısından bunun adı teorik olarak "telepati"(yanlış mı biliyorum? hataylıysan ara o zaman)... Kedi o yüzeydeki yansımayla saatlerce uğraştı, diye tahmin ediyorum. Size birilerini anımsattı mı? Okuyan erkekler kartoroz sesleriyle "KADDIIINNLAAAR" diye bağırıyor olabilir ama ben "İNSAAANNLAAAR" diyerek sizi yanıltmak isterim... Hepimiz aynanın karşısında o kedi gibi debeleniyoruz, tek farkımız 4 ayağımız üzerinde değilde 4 teker üzerinde gitmemiz mi? Bizim işimize yaramasından çok dünyaya ve kendimize zarar vermemize neden olan "icat"larımız mı?
Düşünüyorum Einstein atom bombasını buluyor. Atom bombasını atan intihar ediyor, Einstein tarihin en büyük fizikçisi oluyor. Einstein'ın dil çıkaran resminden daha sevimli geliyor şapşal şapşal bana bakan o kedi...
İçimizde keşke birazcık hayvanlık kalmış olsaydı da dünyaya biraz daha saygı duyabilseydik, ama insan olmayı o kadar abartıyoruz ki evrenin tek sahibiymişiz gibi davranmayı bize hak diye veren metinleri seviyoruz.
Daha dünya dışına bile çıkamamışken...
İnsan olmaktan çoğu zaman utanıyorum, bir kedi gibi saf, bir leopar gibi pür, bir fil kadar büyük, bir balina kadar korkusuz, bir ornitoreng kadar garip, bir kunduz kadar mühendis, bir karga kadar kurnaz, bir kurt gibi takım, bir ayı kadar yalnız olmak... İnsan olmak böyle şeylerden geçiyor. İnsan olmak hayvanlığı tanımaktan geçiyor...
Şişmemeliyiz yani dostum. "Sen şişersen, herkes patlar!"
Akşam üzeri porsiyonu da böyleydi...
Bugünlük galiba benden bu kadar, aksi bir durum olursa sana haber veririm ;)
İdareten varoluşlar kardeşim, vaya con dios...
Etiketler:
Alpha-Romeo,
ego,
emo,
her bir şey,
kedi,
memo,
ne bileyim işte,
patlar,
simbo,
şişer
7 Ağustos 2011 Pazar
Yorgun Bir Günün Sonu
Yorgun bir günün sonuna geldiğim her vakit yatağımda biteceğini umarak eve geliyorum. Evet yatağımda bitiyor ama o günün yorgunluğu değil. O günün kendisini yatağımda katlediyorum. Galiba bu katliamın yorgunluğu üzerimde kalıyor.
Her akşam eve geldiğimde yatağıma yatıp uyuyabilmek istiyorum fakat ellerimde ve yatağımda o günün kanı... Yatak sıcak! Kan gibi sıcak hem de! Uyutmuyor kurumamış kan, uyutmuyor o günün attığı naralar!
Neden bu işte çalışıyorum? Neden sevmediğim bir işteyim? Bir günümü ve en nihayetinde bir ömrümü buna harcamak kendi başına bir yaşamın katli değil midir? Sanatla uğraşmak isterdim, yaşam tarzım buyken yaşama tarzım niye bu kadar farklı? Tüm insanlar böyle değil mi? Ben Şirinlerde ki gibi "tembellik hakkımı" kullanmak isteyen tembel şirin olalım demiyorum, fakat; en büyük çalışkanlığımın tembelce şiir yazmak, yayvanca gitar çalmak, gevrek bir sesle şarkı söylemek, çala kalem resim çizmek olmasını isterdim... İnsanlara hatırlanan ve bir şeyler yaşatan bir eser.
Bizler öyle yaşamlar yaşıyoruz ki, bir yaşamın bile kimseye bir şeyler hatırlatmaya ve yaşatmaya gücünün yetmediği bir yaşam! Ne kkaddar değerliii... Nne kkaddaar elzeem!
Sayın okur, kendimizi eleştirmeden kendimizi devirip bir kendimiz yaratamayız. Korkarsın belki bundan, "ya kendimsiz kalırsam, ya yerine yeni bir kendim koyamazsam" dersin. Korkma! Her zaman bir sen varsın, biz senle varız; sen bizle varsın. Korkma, çünkü bizler diğerleri gibi seni yalnız bırakmayız. Sen-ben bir biziz. Her ne işle uğraşırsak uğraşalım, biz bir yaşam sanatı icra ediyoruz. Umarım bir şeyler hatırlatabiliriz beraber.
Yorgunluklarımızı katledelim artık, bir sabah uyandığımızda güneş bir keresinde dağlarda, çok uzaklarda olmasın! Uzanıp güneşi tutalım ellerimizle, günü koynumuza alalım sadık bir sevgiliymişçesine... Bir gün, bir gün bunu yapalım be okur.
Senin için bu gece Fuzuli'de Kalanlar'dan, Akılda Kalanlar bunlar işte.
Kendine iyi bak sayın okur, sana da idareten varoluşlar dilerim...
Her akşam eve geldiğimde yatağıma yatıp uyuyabilmek istiyorum fakat ellerimde ve yatağımda o günün kanı... Yatak sıcak! Kan gibi sıcak hem de! Uyutmuyor kurumamış kan, uyutmuyor o günün attığı naralar!
Neden bu işte çalışıyorum? Neden sevmediğim bir işteyim? Bir günümü ve en nihayetinde bir ömrümü buna harcamak kendi başına bir yaşamın katli değil midir? Sanatla uğraşmak isterdim, yaşam tarzım buyken yaşama tarzım niye bu kadar farklı? Tüm insanlar böyle değil mi? Ben Şirinlerde ki gibi "tembellik hakkımı" kullanmak isteyen tembel şirin olalım demiyorum, fakat; en büyük çalışkanlığımın tembelce şiir yazmak, yayvanca gitar çalmak, gevrek bir sesle şarkı söylemek, çala kalem resim çizmek olmasını isterdim... İnsanlara hatırlanan ve bir şeyler yaşatan bir eser.
Bizler öyle yaşamlar yaşıyoruz ki, bir yaşamın bile kimseye bir şeyler hatırlatmaya ve yaşatmaya gücünün yetmediği bir yaşam! Ne kkaddar değerliii... Nne kkaddaar elzeem!
Sayın okur, kendimizi eleştirmeden kendimizi devirip bir kendimiz yaratamayız. Korkarsın belki bundan, "ya kendimsiz kalırsam, ya yerine yeni bir kendim koyamazsam" dersin. Korkma! Her zaman bir sen varsın, biz senle varız; sen bizle varsın. Korkma, çünkü bizler diğerleri gibi seni yalnız bırakmayız. Sen-ben bir biziz. Her ne işle uğraşırsak uğraşalım, biz bir yaşam sanatı icra ediyoruz. Umarım bir şeyler hatırlatabiliriz beraber.
Yorgunluklarımızı katledelim artık, bir sabah uyandığımızda güneş bir keresinde dağlarda, çok uzaklarda olmasın! Uzanıp güneşi tutalım ellerimizle, günü koynumuza alalım sadık bir sevgiliymişçesine... Bir gün, bir gün bunu yapalım be okur.
Senin için bu gece Fuzuli'de Kalanlar'dan, Akılda Kalanlar bunlar işte.
Kendine iyi bak sayın okur, sana da idareten varoluşlar dilerim...
Etiketler:
Akılda Kalanlar,
bitkinlik,
güneş,
idareten varoluşlar,
kan,
sanat,
uyku,
yorgunluk
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)